Pamir Şen
Pamir Şen - Yazar

Hayırlı Ramazanlar!

Bir zamanlar Ramazan adı verilen, on bir ayın sultanı, insanların gündüzlerini İlahi yasanın koyduğu yükümlülükle oruç ibadetine ayırıp, geceyi mahyalarla aydınlatıp ihya ettikleri bir mah-ı mübarek vardı. Tekke ehli başka, medrese ehli başka görür, başka türlü ihya ederdi. Sıradan halk için ise iftardan sahura kadar geçen zaman, gölge ve orta oyunlarıyla, meddahlarıyla, sonradan kantoları ve evlilik düetleriyle bir eğlence, evet eğlence vaktiydi.

Çocukken e-5 otoyolundan geçerken şöyle bir bilbort gördüğümü hatırlıyorum. “Ramazan eğlence değil, ibadet ayıdır”. Altında da Saadet Partisinin amblemi vardı. Kısaca ‘muhafazakar’ olmakla övünen bir siyasi teşkilat, ‘ecdadın’ Ramazandan anladığı şeyden üstü kapalı bir memnuniyetsizlik duyuyor gibiydi. Püritence bir refleksle ibadet ayına sahip çıkıyor, onu gündelik olandan, etraftaki yozlaşmış dünyadan korumak istiyordu. On bir ayınız sizin olsun, Ramazanımızı bize bırakın diyordu. Peki oradan buraya nasıl gelmiştik?

Avrupa ülkeleri bir zamanlar yılın üçte birinin ‘bayram’ olduğu, özellikle kış aylarını hasat beklerken, ortak bir ateşin etrafında hem bedensel hem de manevi olarak ısınarak soğuk günlerin aynı bizim Ramazanımız gibi ihya edildiği yerlerdi. Bugün dahi bir kilise takviminde her güne bir azizin düştüğünü görürüz. Modernleşme ve kapitalizmle beraber kurulan dünya sistemi ise daha çok emeğe ihtiyaç duyuyordu. Aylaklığa yer yoktu. Yılda birkaç gün tatil kimin neyine yetmiyordu? Öyle olunca Avrupa, kademe kademe daha ‘çalışkan’ bir coğrafyaya dönüştü.

Onu kuyruğundan yakalayarak ondokuzuncu asırdan beri bir yetişme gayilesi içinde olan İslam dünyası, bir yandan da benliğini kaybetmeme savaşı verdi ve hala veriyor. ‘Geride’ olmaktan ötürü çok daha fazla ‘çalışmaya’ muhtaç olan bu ‘şarklı’ milletlerin, eskiden olduğu gibi bir ay boyunca işlerini tamamen bırakmasalar da rölantiye alıp, hem Tanrı'ya borçlarını ödeyecekleri hem de gecenin tadına varacakları bir zaman dilimi artık yok. Öyleyse birinden birini seçmek, tabiricaizse ‘farz’.

Bir diğer mesele, kapitalist üretim ve tüketim mekanizmasının, Ramazan eğlencesini ele geçirmesi halinde onu her şeyi yaptığı gibi bir ‘meta’ya çevirecek, anlamını kaybettirecek olması. Noel’i yılbaşı etiketiyle kutlayarak dini bağlamından koparan, ‘içini boşaltan’ bir dünya düzeni, Ramazan’a neler yapmaz? Öyle olunca dindar birisi için Ramazan, sadece kendini ibadete vakfederek günahlardan arınılacak değil, o ‘günah dolu’ dünyadan korunması da şart olan bir ay haline geliyor.

İki faktör birleştiğinde, oruçlu haliyle işini aksatmadan yapması beklenen, hiçbir ‘sınav muafiyeti olmayan’, çok çalışıp kazandığı parayı ‘helal’ şekilde değerlendirmek zorunda, kısaca epey gergin bir halde Ramazan’ı karşılayan ‘mütedeyyinler’in işinin çok kolay olmadığını görmek gerekir. [Tabii bu durum oruçsuzları tartaklamayı haklı çıkarmaz!].

Modernleşmenin getirdiği, belki bir neslin yüklenme, baş etme kabiliyetini aşan değişim dalgalarına karşı kürek çekmek çok zor. Bu sadece dindar Müslümanların değil, pek çok insanın ortak sorunu. Akıntıya karşı gidebilmek için irtifa kazanmak uğruna Ramazan’ın ‘eğlence’ kısmını suya bırakmak da acı ama çaresizce kabul edilen bir fedakarlık olarak yorumlanabilir.

Yine de gönül, ‘içi boşalacak’ olsa da dindar-seküler-inançsız fark etmeksizin, kültürel bir fenomen olarak Ramazan-ı şerifin ‘kutlandığı’, sansürsüz Karagöz oyunlarıyla, bî-edep Nasrettin hoca fıkralarıyla, Yeşilçam filmleriyle, hatta (etrafımızdaki dünyanın bir parçası olduğumuzu da düşünürsek) global popüler kültür sembolleriyle şenlenmiş bir Ramazan olsa keşke diyor. Kim bilir, belki bir gün olur. Candan Erçetin fonlu iftar temalı Koka kola reklamları bunu denedi en azından.

Toplam 1560 defa okunmuştur.

Pamir Şen diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.